31 Mayıs 2011 Salı

Spartacus


Spartaküs: Kan ve Kum. Cnbc-e'nin yeni, kanlı efsanesi... Sparctacus birkaç kere filme alındıysa da bu dizi görsel açıdan izleyiciyi kendisine bağlıyor. Bazı erotik sahneler var evet ama bunlar sansürlenmiş hali. Sansürsüz isteyenler internet sitelerinden izlemeyi tercih ediyorlar. 


30 Mayıs 2011 Pazartesi

Yasak Bölge 9 (District 9)


"Farklı bir uzaylı filmi, farklı bir bakış açısı..." - Konuşan Blog


Öncelikle film hakkında bilgi vermeden bu işi kimlerin yaptığına dair nesnel bilgiler vereceğim. Daha sonra aşağıda görmek isterseniz eğer, film hakkındaki düşünce ve duygularımı aktarmakla kalmayıp özet sunacağım. Tabii ki özeti, filmi izlemeden önce okumanızı tavsiye etmiyorum. Bunu izledikten sonra yapmanız daha iyi olur çünkü siz de iyi biliyorsunuz ki, özeti okumak izlerken haz almanızı sağlamaz. Evet, konuya dönelim. 

Belgesel niteliğinde çekilmeye çalışılmış bir Bilim Kurgu filmi bu. Ama hemen, "belgesel tarzındaymış aaa!" demeyin. Sadece başlarda belgesel tarzı bir çekim yapılmış. Sonrası normal film gibi.

Yasak Bölge 9 (Dıstrıct 9), "Yüzüklerin Efendisi" nin yönetmeni Peter Jackson tarafından çekildi. Dvd'de Extralar'ı izlediğim kadarıyla asıl emeği Neill Boomkamp vermiş gibi ve tabii diğer çalışanlar (Dekor tasarımcıları, animatörler vs.) Film mükemmel demiyorum ama en azından doyurucu olduğunu söyleyebilirim.

Üvey Baba (The Stepfather)



ABD'de 2009 yılında gösterime girmiş. Yönetmen koltuğunda Nelson McCormick var. 


Başlangıcı ilginçti. Filmi çok iyi bulmadım ama berbat da sayılmaz. Senaryosu basitti çünkü, sıradan... Ayrıca filmde bazı tutarsızlıklar da vardı. Mesela adamın o kadar alet edevatı kullanmaması gibi :P

Zindan Adası (Shutter Island)


"Harika bir psikolojik gerilim daha!" - Konuşan Blog

Anime Nedir?

Bu yazı Vikipedi'den alınmıştır.

Animasyon veya çizgi film anlamına gelen Fransızca kökenli, Japonca bir kelimedir.

Animeler normalde insanların anladığı şekilde çizgi filmler değillerdir. Çizgi film denilince insanların ilk aklına gelen Tweety, Scooby Doo gibi çocuklara hitap eden animasyonlardır. Animeler ise her yaştan insan için yapılır ve gerçek hayatta olan veya olmayan hemen her şey onun konusu olabilir. Çizimleri çok farklı ve etkileyicidir. Hatta Japonya'da Prime Time denilen izlenme aralığına konan milyonlarca kişinin izlediği animeler de bulunmaktadır.

Death Note (Ölüm Defteri)



Death Note'un çok sevilmesindeki nedeni merak ederek başladım izlemeye. Böylece neden bu kadar çok sevildiğini anladım ve ben de hastası oldum... İkinci bölümden itibaren bağımlısı oldum bu Anime'nin. Merakla bir sonraki bölüme geçiyor, yetmiyor hemen öteki bölüme atlıyordum. İki gündür bu anime yüzünden sabahlıyorum!

27 Mayıs 2011 Cuma

127 Saat



"Aron'dan alınacak bir dersimiz var." - Konuşan Blog

Yine gerçek yaşam öyküsü... Bir çok dalda Oscar'a aday gösterildi ama ödül alamadı maalesef. Yönetmen koltuğunda “Milyoner” filminin (Slumdog Millioner)’in Oscar ödüllü yönetmeni Danny Boyle var. Gerçekten çok iyi çıkartmış yine! Aron'un halisüniasyon gördüğü sahneler mesela. Çok başarılıydı... Böyle bir dramın içinde mizahı da barındırabilmesi de etkileyiciydi. Bunu herkes yapamaz.  

Messengers 2


Hep demişimdir, beğenilen bir film uzatılınca çirkinleşiyor diye. Messengers 2 de öyle. Messengers 1, ikincisinden daha iyi, etkileyici ve korkutucuydu ama ikincisinde sanki yetişkin değil, çocuk korkutuyorlar :P Oyuncular hiç etkileyici değildi. Araya da sırf ilginçlik olsun diye seks sıkıştırmışlar. Yani anlayacağınız üzere Messengers 1’i izleyin ama 2’nin yanından bile geçmeyin. İzlediğinize pişman olursunuz. Şahsen ben Messengers 2’yi, izlediğim en berbat korku filmi kategorisine koydum. Hatta buna ‘korku filmi’ demek komik bile kaçar.

Season of the Witch (Cadılar Zamanı)



Nicolas Cage başrolde. Son zamanlarda onu sık sık beyazperde de görmeye alıştık artık. Yakın zamanda da ülkemizde, Ghost Rider (Hayalet Sürücü) 2’nin çekimleri için Kapadokya’ya gelmişti. Hatta Başbakan Erdoğan’la da kısa bir görüşmesi olmuştu. Neyse, bundan önceki filmi, Sihirbaz’ın Çırağı ve İntikam Yolu'nu izlemedim ama izlenmeye değer pek matah bir şey olmadığı kanısındayım. Buna nasıl mı karar verdim? Çünkü Season of the Witch kadar berbat bir film izlemedim. Nicolas’ın sırf para için her türlü filmde rol almaya hazır olduğuna eminim. Son zamanlarda bir ton filmin çekiminde çünkü… Zaten kendisi de sorunluymuş. Neyse, onun özel hayatı bizi ilgilendirmez ama paraya sıkıştığı bir gerçek. Bu yüzden de nasıl bir filmde oynayacağına bakmadan gelen tekliflerin üstüne atlıyor gibi. Çünkü rol aldığı filmler son derece vasat çıkıyor. Cadılar Zamanı da öyleydi.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Vampires Suck (Biri Beni Isırdı)



Öncelikle "Bu ne biçim isim çevirisidir?" Demek istiyorum ve dedim :P Vampires suck demek, biri beni ısırdı demek miymiş? Hay Allah, ben de ingilizcem niye bu kadar kötü diye ağlardım :P Böyle bir isim çevirisi yapan sinemacıları koocaman alkışlıyorum. Niye ismin özgün çevirisini yapıp, "Vampirlerin Isırığı" demez ki bunlar?? Her zaman söylerim, orjinal çevirisini yapın!

True Blood (Doğru Kan)



  Bir başka vampir dizisi True Blood (Doğru Kan) ise farklı bir yöntemle kendine kitle edinmiş bulunmakta: Seks satarak. Cinsellik aşırı derecede kullanılmakta, sırf bu yüzden diziyi izlemeyi bırakan birilerine şahit oldum. Vampir Günlükleri kadar tutuldu mu bilemiyorum ama dizinin baş karakteri Sookie’nin izleyiciler üzerinde pek de iyi bir etki yaratmadığını öğrendim.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap



Walt Disney Pictures ve Walden Media sunar… Yazar C.S. Lewis’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan unutulmaz klasiği ile yepyeni bir dünya’ya adım atmaya hazırlanın.

Konusu, gizemli bir profesörün eski malikânesinde saklambaç oynarken tesadüfen keşfettikleri gardırop sayesinde Narnia’nın büyülü dünyasına açılan Lucy, Edmund, Susan ve Peter adında dört kardeşin fantastik hikâyesi.

Görsel efektler fena değil. Edmund’u (Skandar Kynes) ve Beyaz Cadı’yı (Tilda Swinton) canlandıranlar dışındaki oyuncuların performansını pek başarılı ya da daha doğrusunu söylemek gerekirse, inandırıcı bulmadım diyebilirim. Tabii bu benim fikrim. Bunun dışında serinin en iyi çekilmiş filmi diyebilirim. Çünkü bundan sonraki filmleri (bkz. Prens Caspian, Şafak Yıldızının Yolculuğu) ilk filme göre beklentileri karşılamıyor. Sönük kalıyor. Umarız dördüncü filmi ilk filminden daha iyi olur. Aksi halinde Narnia severler hayal kırıklığına uğrayabilir.

Narnia Günlükleri Aslan, Cadı ve Dolap’ı izleyiniz, izlettiriniz. Bu yeni ve büyülü ülkeyi seveceksiniz…

Filme notum, 10 üzerinden 7.5




Close My Eyes (Kapat Gözlerimi)



Yapım yılı 1991.

Başrolde “Closer” filmiyle büyük çıkış yapan Clive Owen, Saskia Revees  ve “Harry Potter” serisinde Severus Snape’e hayat veren aktör Alan Rickman var.

Filmin konusu üçlü bir ilişkinin sıra dışı hikâyesi… Alan Rickman, zeki ama sıkıcı ve biraz da kendini beğenmiş ‘Sinclair’ karakterini başarıyla oynuyor. Siclair’e gıcık olup ve sonrasında ona merhamet edeceksiniz. Bu, Alan’ın iyi oyunculuğundan gelmekte… Sinclair, Natalie ile evlidir ama Natalie ve kardeşi Richard arasında sıra dışı bir ilişki vardır. Evet, ensest bir ilişkiden söz ediyoruz! Bu iki kardeş birbirinden kopamaz ama Natalie bir yandan bunun tehlikesinin farkında, bir yandan da kalbine ve kardeşine söz geçiremez. Her şeyden önce, Sinclair’in bunu öğrenmesinden endişeleniyordur. 

Harry Potter ve Felsefe Taşı



“Bu film size gerçek sihri keşfettirecek” – Konuşan Blog

Harry ile başladığım yolculuğa, hafızamın çok genç olduğu günlerden, çocukluğumdan başlamayı isterdim ama o zamanlar henüz tutkunu olmadığım ve tam anlamıyla keşfedemediğim bir dünya için söylenecek pek fazla şey yok. Çünkü bu tutkum, daha yeni başlıyor…

Bir başyapıt… Muhteşem bir fikir ve yaratıcılık ürününün ilk basamaklarıdır Harry Potter ve Felsefe Taşı. Harry ile büyüyen biz yeni nesil, yazar J.K.Rowling’e sonsuz minnet duyuyoruz.

Invasion/Infection (İstila) ~ 2005



İstila adında birkaç film var. Ama ben şimdiye kadar iki tanesini izledim; biri 2007 yılında çekilip başrolde Nicole Kidman ve Daniel Graig'in oynadığı, Robin Cook’un kitabından uyarlanan -ki tamamıyla kitaba bağlı kalınmamıştı- İstila, bir de birazdan size anlatacağım İstila (2005). Ama size birazdan anlatacağım 2005 yapım yılı Invasion (İstila)'nın diğer adı, Infection (Enfeksiyon)'dur. Çünkü internette Invasion (2005) diye arama yaptığınızda benim anlatacağım filmle ilgili hiçbir bilgi bulamazsınız. Onun yerine dizi olan Invasion'u bulursunuz. Bu yüzden aramayı Infection 2005 olarak yapınız.

2005 yılı yapım olan Invasion (İstila) 2007 yapım yılı olanından daha iyi değil. Hatta çok kötü ve çok saçma. Saçma dedim çünkü film başlarken bunun, gerçek olaylara dayandığı söyleniyor ki izledikten sonra, hatta filmin ortasında, hiç de inandırıcı gelmediğini göreceksiniz. Konusu, bir bölgeye gelen dünya dışı varlıklar. Ama bu filmde bildiğimiz tüysüz, uzun boylu, kocaman badem gözlü uzaylılar yok. Olayları da ne kahraman bakış açısından izliyorsunuz ne de hâkim bakış açısından. Olan bitenlerin hepsini polis arabasının içindeki polis kamerasından izliyorsunuz!

Saçma olmakla birlikte, inandırıcılığını yitirdiğinden, sıkılmanız olası. Bu yüzden film izlenmeye değer olmadığına kolaylıkla karar verebiliriz ki ben öyle yaptım ve en kötü filmler kategorisine koydum :P İzlemenizi tavsiye etmiyorum, tamamen vakit kaybı. Size kazandırdığı bir şey yok.

10 üzerinden 3 verdim. (Niye 3 verdim onu da bilmiyorum. Her hangi bir puanlamayı hak ettiğinden şüpheliyim çünkü.)


18 Mayıs 2011 Çarşamba

Sosyal Ağ (The Social Network)


Facebook’un kuruluş hikayesi. Oyuncular oldukça seri konuşuyor (bkz. ilk dakikalar Mark ve kız arkadaşı) Mark’ın asosyal ama zehir gibi zekası olan bir genç olduğunu görüyoruz. Vaktini bilgisayar başında kod yapmakla geçiriyor Facebbok’u kurarken. Tabii bu sırada aleyhine gelişen olaylar oluyor ve en yakın arkadaşını site yüzünden kaybetme aşamasına geliyor. Ki asosyal olduğu yetmiyormuş gibi kalan son arkadaşı da  kaybetmek de korkunç bir şey.
Çok detaya girmeyeceğim ama izlerken sıkıldığımı söylemem gerek. Sanki ne dediklerini anlamak için Harward’da falan okumak lazım :D
Oyuncular genel anlamda fena değildi ama bu filmde Justin Timberlake’in oyunculuğu hoşuma gitti. Onu ilk kez bir filmde oynarken görüyorum ve bence bu yakışmış. Harika bir oyuncu olabilir, bu konuda potansiyeli var bence.
10 üzerinden 5 verdim.

Devil


Başlangıç güzeldi. Her şeyi tersten görüyoruz ve o sırada hikaye anlatılıyor falan filan… Biraz ümitlendim ama yanlış yapmışım. Çünkü  M. Night Shyamalan  (yönetmen), eskisi kadar iyi değil artık… En sevdiğim filmleri The Village ve İşaretler‘di. Özellikle Village (köy) filmi beni etkilemişti. Ne kadar sade olursa olsun beklenmedikti. Neyse konumuz bu değil, konumuz Şeytan klişeleri :)
Evet, yine bir Şeytan filmi. Ama hiç olmazsa saçma sapan nedenlerle musallat olmadı burada. Onun bir amacı olduğunu görüyoruz bu filmde.
Film, tek mekanda geçtiği için bazı kişiler sıkıcı bulabilir. Zaten tek mekanda film çekmek de hiç kolay iş değil, bu cesaretinden dolayı yönetmeni kutlamak lazım gelir. Yeri gelmişken de söyleyeyim; tek mekanda geçen güzel bir film izlemek isterseniz The Frozen (Dondurucu) filmini izlemenizi tavsiye ederim. Hem yaşanması olası olduğu hem de güzel çekildiği için oldukça geriyor :))
Evet, en son yönetmeni kutlamıştık. Son olarak oyuncular bana acemi geldi… Çok profesyonel bir film değildi ama vakit geçirmek için birebir. İyi ki de içgüdülerime güvenerek sinemasına gitmemişim vaktinde. Yoksa o kadar paraya yazık olurdu. (Korsanını aldım :D )  Filmimize de 10 üzerinden 6 verelim...

Piyanist (The Pianist)

“Korkak bir Piyanist… Korkaklar asla sevilmez.” – Konuşan Blog
Film 3 dalda Oscar almış; En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo
Konumuz Nazi döneminde Yahudilere yapılan haksız muameleler. Bu dönemi yaşayan Piyanist’i hiç ama hiç sevmedim ben. Mücadeleci değil, bir korkak. Yoldaşlarına yardım etmeye korkarak kamptan kaçan bir Piyanist bu. Her ne yaşıyorsan yaşa ama asla kaçma. Hele seninle aynı şeyleri yaşayan insanları yarı yolda asla bırakma… Gel gör ki, adamımız bundan yana değil. Kendi canının derdine düşmüş.
Adrien Brody, bu korkak Piyanist’i ustalıkla canlandırmış. Aldığı ödülü sonuna kadar hak ediyor.
Lakin ben filmin genelini sevmedim çünkü fazla yavaş ve bazı sahneler bıktırıcı. Örneğin, Piyanist’in saklandığı ev. Burada, dışarda olup bitenleri yarı aralık perdenin arkasından izleyip duruyor ve biz kayda değer bir şey göremiyoruz. Zaten adamın korkak olması yeterince usandırıcı… Gerçek yaşantıdan olması filmi etkileyici kılıyor elbette ancak olayları Piyanist’in gözünden gördüğümüz için pek de etkileyici olduğunu söyleyemeyeceğim. Çünkü dediğim gibi, adam sürekli kaçıyor. Yani o dönemin vahşetine dair detay yok. Bu yüzden izlerken -bazı sahneler dışında- hiç bir şey hissetmedim. Hissettiğim tek şey; kızgınlık.
Kime olduğunu tahmin edersiniz sanıyorum? :D
Bu arada, filmin son sahnelerine doğru çalınan parça çok hoşuma gitmişti. Sanırım Debussy’di :))
NOT: “En İyi Uyarlama Senaryo” ödülü fazla kaçmış gibime geldi.

Vampir İmparatorluğu (Daybreakers)



“Farklı bir vampir senaryosu… Ama bir şeyler eksik sanki?” - Konuşan Blog

Filmin konusu yine Vampirizm. Ancak bu defa farklı şekilde işlenmiş. Bilirsiniz, vampirler kanla besleniyor. Yani en büyük kaynakları insanlar. Peki insan ırkının azalmaya başladığı bir vampir topluluğu nasıl olurdu?
Konu bu açıdan ele alındığı için oldukça iyi bir seçim. Yani öteki olmanın ağırlığı. Burada tabutta yatan, 18. yy vampirleri yok. Aksine, mitte son derece zeki varlıklar olduğu için oldukça gelişmiş bir dünya görüyoruz. Teknolojik bakımdan üst sınırdalar. Zaten afişten de anlaşılacağı üzere insan ırkını bu şekilde sütü sağılması gereken hayvanlar gibi kullanıyorlar.  İlgi çekici ama filmin sonu tatmin edici şekilde bitmiyor. Filmde Ethan Hawke, Sam Neill, Willem Dafoe gibi güçlü isimler var ama ben fazla beklentiniz olmasın derim… Dediğim gibi senaryo yeterince iyi uyarlanamamış. Oysa ki çekim tarzları gayet güzeldi. Yani çok daha iyi ele alınabilirdi çünkü senaryonun oldukça farklı olduğunu fark ediyorsunuz izlerken. Film bittiğinde de, “Olmamış ama bu ya…” diyeceğinize eminim. Zaten siz de takdir edersiniz ki, film öyle çok ses getirmeden, fark ettirmeden sessiz sedasız gösterilip kaldırıldı.
Yani izleyin, pek de vakit kaybı sayılmaz. Ama daha güzel olabilirdi diyorum…
Fragman:  

Oda

Oda
“Basit ama etkileyici…” - Konuşan Blog
Basit bir kurgusu var. Ancak bu basitlik bile kesinlikle çarpıcı şekilde aktarılmış. Kitabımızın konusu; penceresiz bir odaya hapsedilmiş genç anne ve beş yaşındaki oğludur. “Anne” sekiz yıl önce kaçırılarak buraya hapsedilmiş ve cinsel istismara maruz kalmıştır. Bunun sonucunda dünyaya gelen oğul Jack, genç kadının kurtuluşu olacaktır…
Olayları beş yaşındaki Jack’in gözünden okuduğumuz için çocuğun “Anne” ile yaptıklarını okurken pek tabii sıkılabilirsiniz. Nasıl geveze bir çocuğu dinlemeye tahammülünüz yoksa, Oda ile sınırlı bir yaşam süren Jack’i dinlerken de sıkılmanız mümkün ancak biraz sabırlı olmalı ve ilerleyen sayfalarda sizin heyecan’ın beklediğini bilmelisiniz. Ve ilerleyen sayfalarda, Jack’e merhamet duyacak, “Anne” için üzüleceksiniz.
Yazar Emma Donoghue, sizi kısa sürede bu Oda’ya hapsedecek… Anne-evlat ilişkisindeki derin sevgiye bir kez daha şahit olurken, Odadaki her türlü duygusal darbeye hazır olun.
Kesinlikle okunması gereken çağdaş bir psikolojik roman.

Black Swan (Siyah Kuğu)


Black Swan’ın yönetmen koltuğunda Requiem For A Dream (Bir Rüya İçin Ağıt)’la başarılı çıkış yapan Darren Aronofsky var. Müziklerini Clint Mansell yapmış (oldukça güzel) ve dört ödül almış bulunmakta; En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu (Natalie Portman) ve En iyi sinamatografi.
Filmimiz psikolojik gerilim türünde. Nina (Natalie Portman) oldukça hırslı bir balerindir. Hem Beyaz hem de Siyah Kuğu rolünü kapabilmek için büyük bir hırs yapar ve bunu başarır da. Ancak rolünü ondan çalmak isteyen bir rakibi vardır…
İzlediğim en iyi filmler arasına girmiş bulunmakta. Nina’nın kabuslarıyla gerçeği karıştırdığı noktada ben de aynı hisleri yaşayarak, hayalle gerçeği karıştırdım. Bu açıdan Natalie çok başarılı bir oyunculuk sergilemişti ve filmi çekenler de o sahnelerde çok başarılıydı. Tam bir psikolojik savaş.. Bazı sahneler +18 kitlesi gerektiriyor bu arada :)))


Zebani (The Gargoyle)


İtiraf etmeliyim ki, başta beni bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim. Çünkü ilk yüz sayfasında sıkılmıştım biraz. Ancak sonraki sayfalar… Zebani, Andrew Davidson’un ilk kitabı olmasına rağmen son derece başarılı bir bestseller. Ve tarafımdan “Korkunç Güzel!” diye nitelendirilmiştir. Bitirdiğimde yüreğim hafif hızlı çarpıyor ve “Aman Tanrım, Aman Tanrım..” diye söyleniyordum tekrar tekrar. Kesinlikle abartmıyorum sevgili okurlar..

The Vampire Diaries (Vampir Günlükleri)


The Vampire Diaries (Vampir Günlükleri). Yine bir vampir fenomeni. Biz geçlerin diziyi tuttuğu aşikar. Dizide farklı mistisizmler de mevcut; cadılık, kurt-adam gibi… Belki de diziyi tek düze olmaktan kurtaran en önemli şeyler. Oyuncuların performansını da göz ardı etmemek lazım elbette; Nina Dobrev başarılı bir şekilde iki zıt karakteri canlandırıyor. Paul Wesley, Ian Somarhalder ve geri kalan, sıradan karakterlere hayat veren diğer oyuncular da öyle. Dizinin tutulmasını sağlayan bir diğer faktör de, düzenli bir heyecan, beklenmeyen olaylar silsilesi…
Vampir Günlükleri, vampir fenomenine yeni bir soluk getirmiş. Kısa sürede kitleyi kendine hayran bırakarak sezonların kısa sürede izlenmesini sağladı. Şimdi herkes 3. Sezon’u heyecanla beklemekte. Peki Vampir Günlükleri’nin 3. sezonu ne zaman? : Yeni sezon’un ‘Eylül’ de olacağı, duyumlar arasında.

King's Speech (Zoraki Kral)


Gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanan film; Kralın Konuşması (King’s Speech). Filmin asıl adı budur. Tam 4 Oscar aldı; en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi senaryo ve en iyi film.
Şunu söylemem gerek; en iyi senaryo ödülü tamamen saçma. Senaryo zaten özgün değil, bir biyografiden uyarlama. Akademi bu ödülü vermekle yanlış yapmış.
Colin Firth (Kral) ödülü hak etmiş. Kekeme kralı başarılı bir oyunculuk performansıyla canlandırmıştı. Filmde Kral George’un babasını, Harry Potter’ın Albus Dumbledore’u olarak ün yapan Michael Gambon canlandırdı ve şaşıracağınız diğer Harry Potter oyuncuları da öyle… Helena Bonham Carter’ı da Bellatrix Lestrange rolüyle tanımıştık ve bu filmde de Kral George’un mütevazı eşini canlandırıyor. Son olarak, filmde çok sık görülmese de bir İngiliz Lordu olarak sonlara doğru çıkan Timothy Spall vardı. (Harry Potter’da Kılkuyruk/Peter Pettigrew rolünde)

Spartacus

Gönderen Konuşan Blog On 07:13 0 yorum

Spartaküs: Kan ve Kum. Cnbc-e'nin yeni, kanlı efsanesi... Sparctacus birkaç kere filme alındıysa da bu dizi görsel açıdan izleyiciyi kendisine bağlıyor. Bazı erotik sahneler var evet ama bunlar sansürlenmiş hali. Sansürsüz isteyenler internet sitelerinden izlemeyi tercih ediyorlar. 


Yasak Bölge 9 (District 9)

Gönderen Konuşan Blog On 19:40 0 yorum

"Farklı bir uzaylı filmi, farklı bir bakış açısı..." - Konuşan Blog


Öncelikle film hakkında bilgi vermeden bu işi kimlerin yaptığına dair nesnel bilgiler vereceğim. Daha sonra aşağıda görmek isterseniz eğer, film hakkındaki düşünce ve duygularımı aktarmakla kalmayıp özet sunacağım. Tabii ki özeti, filmi izlemeden önce okumanızı tavsiye etmiyorum. Bunu izledikten sonra yapmanız daha iyi olur çünkü siz de iyi biliyorsunuz ki, özeti okumak izlerken haz almanızı sağlamaz. Evet, konuya dönelim. 

Belgesel niteliğinde çekilmeye çalışılmış bir Bilim Kurgu filmi bu. Ama hemen, "belgesel tarzındaymış aaa!" demeyin. Sadece başlarda belgesel tarzı bir çekim yapılmış. Sonrası normal film gibi.

Yasak Bölge 9 (Dıstrıct 9), "Yüzüklerin Efendisi" nin yönetmeni Peter Jackson tarafından çekildi. Dvd'de Extralar'ı izlediğim kadarıyla asıl emeği Neill Boomkamp vermiş gibi ve tabii diğer çalışanlar (Dekor tasarımcıları, animatörler vs.) Film mükemmel demiyorum ama en azından doyurucu olduğunu söyleyebilirim.

Üvey Baba (The Stepfather)

Gönderen Konuşan Blog On 19:26 0 yorum


ABD'de 2009 yılında gösterime girmiş. Yönetmen koltuğunda Nelson McCormick var. 


Başlangıcı ilginçti. Filmi çok iyi bulmadım ama berbat da sayılmaz. Senaryosu basitti çünkü, sıradan... Ayrıca filmde bazı tutarsızlıklar da vardı. Mesela adamın o kadar alet edevatı kullanmaması gibi :P

Zindan Adası (Shutter Island)

Gönderen Konuşan Blog On 19:07 0 yorum

"Harika bir psikolojik gerilim daha!" - Konuşan Blog

Anime Nedir?

Gönderen Konuşan Blog On 14:06 0 yorum
Bu yazı Vikipedi'den alınmıştır.

Animasyon veya çizgi film anlamına gelen Fransızca kökenli, Japonca bir kelimedir.

Animeler normalde insanların anladığı şekilde çizgi filmler değillerdir. Çizgi film denilince insanların ilk aklına gelen Tweety, Scooby Doo gibi çocuklara hitap eden animasyonlardır. Animeler ise her yaştan insan için yapılır ve gerçek hayatta olan veya olmayan hemen her şey onun konusu olabilir. Çizimleri çok farklı ve etkileyicidir. Hatta Japonya'da Prime Time denilen izlenme aralığına konan milyonlarca kişinin izlediği animeler de bulunmaktadır.

Death Note (Ölüm Defteri)

Gönderen Konuşan Blog On 13:54 1 yorum


Death Note'un çok sevilmesindeki nedeni merak ederek başladım izlemeye. Böylece neden bu kadar çok sevildiğini anladım ve ben de hastası oldum... İkinci bölümden itibaren bağımlısı oldum bu Anime'nin. Merakla bir sonraki bölüme geçiyor, yetmiyor hemen öteki bölüme atlıyordum. İki gündür bu anime yüzünden sabahlıyorum!

127 Saat

Gönderen Konuşan Blog On 16:44 2 yorum


"Aron'dan alınacak bir dersimiz var." - Konuşan Blog

Yine gerçek yaşam öyküsü... Bir çok dalda Oscar'a aday gösterildi ama ödül alamadı maalesef. Yönetmen koltuğunda “Milyoner” filminin (Slumdog Millioner)’in Oscar ödüllü yönetmeni Danny Boyle var. Gerçekten çok iyi çıkartmış yine! Aron'un halisüniasyon gördüğü sahneler mesela. Çok başarılıydı... Böyle bir dramın içinde mizahı da barındırabilmesi de etkileyiciydi. Bunu herkes yapamaz.  

Messengers 2

Gönderen Konuşan Blog On 16:06 0 yorum

Hep demişimdir, beğenilen bir film uzatılınca çirkinleşiyor diye. Messengers 2 de öyle. Messengers 1, ikincisinden daha iyi, etkileyici ve korkutucuydu ama ikincisinde sanki yetişkin değil, çocuk korkutuyorlar :P Oyuncular hiç etkileyici değildi. Araya da sırf ilginçlik olsun diye seks sıkıştırmışlar. Yani anlayacağınız üzere Messengers 1’i izleyin ama 2’nin yanından bile geçmeyin. İzlediğinize pişman olursunuz. Şahsen ben Messengers 2’yi, izlediğim en berbat korku filmi kategorisine koydum. Hatta buna ‘korku filmi’ demek komik bile kaçar.

Season of the Witch (Cadılar Zamanı)

Gönderen Konuşan Blog On 16:01 0 yorum


Nicolas Cage başrolde. Son zamanlarda onu sık sık beyazperde de görmeye alıştık artık. Yakın zamanda da ülkemizde, Ghost Rider (Hayalet Sürücü) 2’nin çekimleri için Kapadokya’ya gelmişti. Hatta Başbakan Erdoğan’la da kısa bir görüşmesi olmuştu. Neyse, bundan önceki filmi, Sihirbaz’ın Çırağı ve İntikam Yolu'nu izlemedim ama izlenmeye değer pek matah bir şey olmadığı kanısındayım. Buna nasıl mı karar verdim? Çünkü Season of the Witch kadar berbat bir film izlemedim. Nicolas’ın sırf para için her türlü filmde rol almaya hazır olduğuna eminim. Son zamanlarda bir ton filmin çekiminde çünkü… Zaten kendisi de sorunluymuş. Neyse, onun özel hayatı bizi ilgilendirmez ama paraya sıkıştığı bir gerçek. Bu yüzden de nasıl bir filmde oynayacağına bakmadan gelen tekliflerin üstüne atlıyor gibi. Çünkü rol aldığı filmler son derece vasat çıkıyor. Cadılar Zamanı da öyleydi.

Vampires Suck (Biri Beni Isırdı)

Gönderen Konuşan Blog On 08:41 0 yorum


Öncelikle "Bu ne biçim isim çevirisidir?" Demek istiyorum ve dedim :P Vampires suck demek, biri beni ısırdı demek miymiş? Hay Allah, ben de ingilizcem niye bu kadar kötü diye ağlardım :P Böyle bir isim çevirisi yapan sinemacıları koocaman alkışlıyorum. Niye ismin özgün çevirisini yapıp, "Vampirlerin Isırığı" demez ki bunlar?? Her zaman söylerim, orjinal çevirisini yapın!

True Blood (Doğru Kan)

Gönderen Konuşan Blog On 08:22 0 yorum


  Bir başka vampir dizisi True Blood (Doğru Kan) ise farklı bir yöntemle kendine kitle edinmiş bulunmakta: Seks satarak. Cinsellik aşırı derecede kullanılmakta, sırf bu yüzden diziyi izlemeyi bırakan birilerine şahit oldum. Vampir Günlükleri kadar tutuldu mu bilemiyorum ama dizinin baş karakteri Sookie’nin izleyiciler üzerinde pek de iyi bir etki yaratmadığını öğrendim.

Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap

Gönderen Konuşan Blog On 03:02 0 yorum


Walt Disney Pictures ve Walden Media sunar… Yazar C.S. Lewis’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan unutulmaz klasiği ile yepyeni bir dünya’ya adım atmaya hazırlanın.

Konusu, gizemli bir profesörün eski malikânesinde saklambaç oynarken tesadüfen keşfettikleri gardırop sayesinde Narnia’nın büyülü dünyasına açılan Lucy, Edmund, Susan ve Peter adında dört kardeşin fantastik hikâyesi.

Görsel efektler fena değil. Edmund’u (Skandar Kynes) ve Beyaz Cadı’yı (Tilda Swinton) canlandıranlar dışındaki oyuncuların performansını pek başarılı ya da daha doğrusunu söylemek gerekirse, inandırıcı bulmadım diyebilirim. Tabii bu benim fikrim. Bunun dışında serinin en iyi çekilmiş filmi diyebilirim. Çünkü bundan sonraki filmleri (bkz. Prens Caspian, Şafak Yıldızının Yolculuğu) ilk filme göre beklentileri karşılamıyor. Sönük kalıyor. Umarız dördüncü filmi ilk filminden daha iyi olur. Aksi halinde Narnia severler hayal kırıklığına uğrayabilir.

Narnia Günlükleri Aslan, Cadı ve Dolap’ı izleyiniz, izlettiriniz. Bu yeni ve büyülü ülkeyi seveceksiniz…

Filme notum, 10 üzerinden 7.5




Close My Eyes (Kapat Gözlerimi)

Gönderen Konuşan Blog On 02:48 0 yorum


Yapım yılı 1991.

Başrolde “Closer” filmiyle büyük çıkış yapan Clive Owen, Saskia Revees  ve “Harry Potter” serisinde Severus Snape’e hayat veren aktör Alan Rickman var.

Filmin konusu üçlü bir ilişkinin sıra dışı hikâyesi… Alan Rickman, zeki ama sıkıcı ve biraz da kendini beğenmiş ‘Sinclair’ karakterini başarıyla oynuyor. Siclair’e gıcık olup ve sonrasında ona merhamet edeceksiniz. Bu, Alan’ın iyi oyunculuğundan gelmekte… Sinclair, Natalie ile evlidir ama Natalie ve kardeşi Richard arasında sıra dışı bir ilişki vardır. Evet, ensest bir ilişkiden söz ediyoruz! Bu iki kardeş birbirinden kopamaz ama Natalie bir yandan bunun tehlikesinin farkında, bir yandan da kalbine ve kardeşine söz geçiremez. Her şeyden önce, Sinclair’in bunu öğrenmesinden endişeleniyordur. 

Harry Potter ve Felsefe Taşı

Gönderen Konuşan Blog On 02:05 0 yorum


“Bu film size gerçek sihri keşfettirecek” – Konuşan Blog

Harry ile başladığım yolculuğa, hafızamın çok genç olduğu günlerden, çocukluğumdan başlamayı isterdim ama o zamanlar henüz tutkunu olmadığım ve tam anlamıyla keşfedemediğim bir dünya için söylenecek pek fazla şey yok. Çünkü bu tutkum, daha yeni başlıyor…

Bir başyapıt… Muhteşem bir fikir ve yaratıcılık ürününün ilk basamaklarıdır Harry Potter ve Felsefe Taşı. Harry ile büyüyen biz yeni nesil, yazar J.K.Rowling’e sonsuz minnet duyuyoruz.

Invasion/Infection (İstila) ~ 2005

Gönderen Konuşan Blog On 01:57 0 yorum


İstila adında birkaç film var. Ama ben şimdiye kadar iki tanesini izledim; biri 2007 yılında çekilip başrolde Nicole Kidman ve Daniel Graig'in oynadığı, Robin Cook’un kitabından uyarlanan -ki tamamıyla kitaba bağlı kalınmamıştı- İstila, bir de birazdan size anlatacağım İstila (2005). Ama size birazdan anlatacağım 2005 yapım yılı Invasion (İstila)'nın diğer adı, Infection (Enfeksiyon)'dur. Çünkü internette Invasion (2005) diye arama yaptığınızda benim anlatacağım filmle ilgili hiçbir bilgi bulamazsınız. Onun yerine dizi olan Invasion'u bulursunuz. Bu yüzden aramayı Infection 2005 olarak yapınız.

2005 yılı yapım olan Invasion (İstila) 2007 yapım yılı olanından daha iyi değil. Hatta çok kötü ve çok saçma. Saçma dedim çünkü film başlarken bunun, gerçek olaylara dayandığı söyleniyor ki izledikten sonra, hatta filmin ortasında, hiç de inandırıcı gelmediğini göreceksiniz. Konusu, bir bölgeye gelen dünya dışı varlıklar. Ama bu filmde bildiğimiz tüysüz, uzun boylu, kocaman badem gözlü uzaylılar yok. Olayları da ne kahraman bakış açısından izliyorsunuz ne de hâkim bakış açısından. Olan bitenlerin hepsini polis arabasının içindeki polis kamerasından izliyorsunuz!

Saçma olmakla birlikte, inandırıcılığını yitirdiğinden, sıkılmanız olası. Bu yüzden film izlenmeye değer olmadığına kolaylıkla karar verebiliriz ki ben öyle yaptım ve en kötü filmler kategorisine koydum :P İzlemenizi tavsiye etmiyorum, tamamen vakit kaybı. Size kazandırdığı bir şey yok.

10 üzerinden 3 verdim. (Niye 3 verdim onu da bilmiyorum. Her hangi bir puanlamayı hak ettiğinden şüpheliyim çünkü.)


Sosyal Ağ (The Social Network)

Gönderen Konuşan Blog On 04:19 0 yorum

Facebook’un kuruluş hikayesi. Oyuncular oldukça seri konuşuyor (bkz. ilk dakikalar Mark ve kız arkadaşı) Mark’ın asosyal ama zehir gibi zekası olan bir genç olduğunu görüyoruz. Vaktini bilgisayar başında kod yapmakla geçiriyor Facebbok’u kurarken. Tabii bu sırada aleyhine gelişen olaylar oluyor ve en yakın arkadaşını site yüzünden kaybetme aşamasına geliyor. Ki asosyal olduğu yetmiyormuş gibi kalan son arkadaşı da  kaybetmek de korkunç bir şey.
Çok detaya girmeyeceğim ama izlerken sıkıldığımı söylemem gerek. Sanki ne dediklerini anlamak için Harward’da falan okumak lazım :D
Oyuncular genel anlamda fena değildi ama bu filmde Justin Timberlake’in oyunculuğu hoşuma gitti. Onu ilk kez bir filmde oynarken görüyorum ve bence bu yakışmış. Harika bir oyuncu olabilir, bu konuda potansiyeli var bence.
10 üzerinden 5 verdim.

Devil

Gönderen Konuşan Blog On 04:17 0 yorum

Başlangıç güzeldi. Her şeyi tersten görüyoruz ve o sırada hikaye anlatılıyor falan filan… Biraz ümitlendim ama yanlış yapmışım. Çünkü  M. Night Shyamalan  (yönetmen), eskisi kadar iyi değil artık… En sevdiğim filmleri The Village ve İşaretler‘di. Özellikle Village (köy) filmi beni etkilemişti. Ne kadar sade olursa olsun beklenmedikti. Neyse konumuz bu değil, konumuz Şeytan klişeleri :)
Evet, yine bir Şeytan filmi. Ama hiç olmazsa saçma sapan nedenlerle musallat olmadı burada. Onun bir amacı olduğunu görüyoruz bu filmde.
Film, tek mekanda geçtiği için bazı kişiler sıkıcı bulabilir. Zaten tek mekanda film çekmek de hiç kolay iş değil, bu cesaretinden dolayı yönetmeni kutlamak lazım gelir. Yeri gelmişken de söyleyeyim; tek mekanda geçen güzel bir film izlemek isterseniz The Frozen (Dondurucu) filmini izlemenizi tavsiye ederim. Hem yaşanması olası olduğu hem de güzel çekildiği için oldukça geriyor :))
Evet, en son yönetmeni kutlamıştık. Son olarak oyuncular bana acemi geldi… Çok profesyonel bir film değildi ama vakit geçirmek için birebir. İyi ki de içgüdülerime güvenerek sinemasına gitmemişim vaktinde. Yoksa o kadar paraya yazık olurdu. (Korsanını aldım :D )  Filmimize de 10 üzerinden 6 verelim...

Piyanist (The Pianist)

Gönderen Konuşan Blog On 04:13 0 yorum
“Korkak bir Piyanist… Korkaklar asla sevilmez.” – Konuşan Blog
Film 3 dalda Oscar almış; En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo
Konumuz Nazi döneminde Yahudilere yapılan haksız muameleler. Bu dönemi yaşayan Piyanist’i hiç ama hiç sevmedim ben. Mücadeleci değil, bir korkak. Yoldaşlarına yardım etmeye korkarak kamptan kaçan bir Piyanist bu. Her ne yaşıyorsan yaşa ama asla kaçma. Hele seninle aynı şeyleri yaşayan insanları yarı yolda asla bırakma… Gel gör ki, adamımız bundan yana değil. Kendi canının derdine düşmüş.
Adrien Brody, bu korkak Piyanist’i ustalıkla canlandırmış. Aldığı ödülü sonuna kadar hak ediyor.
Lakin ben filmin genelini sevmedim çünkü fazla yavaş ve bazı sahneler bıktırıcı. Örneğin, Piyanist’in saklandığı ev. Burada, dışarda olup bitenleri yarı aralık perdenin arkasından izleyip duruyor ve biz kayda değer bir şey göremiyoruz. Zaten adamın korkak olması yeterince usandırıcı… Gerçek yaşantıdan olması filmi etkileyici kılıyor elbette ancak olayları Piyanist’in gözünden gördüğümüz için pek de etkileyici olduğunu söyleyemeyeceğim. Çünkü dediğim gibi, adam sürekli kaçıyor. Yani o dönemin vahşetine dair detay yok. Bu yüzden izlerken -bazı sahneler dışında- hiç bir şey hissetmedim. Hissettiğim tek şey; kızgınlık.
Kime olduğunu tahmin edersiniz sanıyorum? :D
Bu arada, filmin son sahnelerine doğru çalınan parça çok hoşuma gitmişti. Sanırım Debussy’di :))
NOT: “En İyi Uyarlama Senaryo” ödülü fazla kaçmış gibime geldi.

Vampir İmparatorluğu (Daybreakers)

Gönderen Konuşan Blog On 04:11 0 yorum


“Farklı bir vampir senaryosu… Ama bir şeyler eksik sanki?” - Konuşan Blog

Filmin konusu yine Vampirizm. Ancak bu defa farklı şekilde işlenmiş. Bilirsiniz, vampirler kanla besleniyor. Yani en büyük kaynakları insanlar. Peki insan ırkının azalmaya başladığı bir vampir topluluğu nasıl olurdu?
Konu bu açıdan ele alındığı için oldukça iyi bir seçim. Yani öteki olmanın ağırlığı. Burada tabutta yatan, 18. yy vampirleri yok. Aksine, mitte son derece zeki varlıklar olduğu için oldukça gelişmiş bir dünya görüyoruz. Teknolojik bakımdan üst sınırdalar. Zaten afişten de anlaşılacağı üzere insan ırkını bu şekilde sütü sağılması gereken hayvanlar gibi kullanıyorlar.  İlgi çekici ama filmin sonu tatmin edici şekilde bitmiyor. Filmde Ethan Hawke, Sam Neill, Willem Dafoe gibi güçlü isimler var ama ben fazla beklentiniz olmasın derim… Dediğim gibi senaryo yeterince iyi uyarlanamamış. Oysa ki çekim tarzları gayet güzeldi. Yani çok daha iyi ele alınabilirdi çünkü senaryonun oldukça farklı olduğunu fark ediyorsunuz izlerken. Film bittiğinde de, “Olmamış ama bu ya…” diyeceğinize eminim. Zaten siz de takdir edersiniz ki, film öyle çok ses getirmeden, fark ettirmeden sessiz sedasız gösterilip kaldırıldı.
Yani izleyin, pek de vakit kaybı sayılmaz. Ama daha güzel olabilirdi diyorum…
Fragman:  

Oda

Gönderen Konuşan Blog On 04:09 0 yorum
Oda
“Basit ama etkileyici…” - Konuşan Blog
Basit bir kurgusu var. Ancak bu basitlik bile kesinlikle çarpıcı şekilde aktarılmış. Kitabımızın konusu; penceresiz bir odaya hapsedilmiş genç anne ve beş yaşındaki oğludur. “Anne” sekiz yıl önce kaçırılarak buraya hapsedilmiş ve cinsel istismara maruz kalmıştır. Bunun sonucunda dünyaya gelen oğul Jack, genç kadının kurtuluşu olacaktır…
Olayları beş yaşındaki Jack’in gözünden okuduğumuz için çocuğun “Anne” ile yaptıklarını okurken pek tabii sıkılabilirsiniz. Nasıl geveze bir çocuğu dinlemeye tahammülünüz yoksa, Oda ile sınırlı bir yaşam süren Jack’i dinlerken de sıkılmanız mümkün ancak biraz sabırlı olmalı ve ilerleyen sayfalarda sizin heyecan’ın beklediğini bilmelisiniz. Ve ilerleyen sayfalarda, Jack’e merhamet duyacak, “Anne” için üzüleceksiniz.
Yazar Emma Donoghue, sizi kısa sürede bu Oda’ya hapsedecek… Anne-evlat ilişkisindeki derin sevgiye bir kez daha şahit olurken, Odadaki her türlü duygusal darbeye hazır olun.
Kesinlikle okunması gereken çağdaş bir psikolojik roman.

Black Swan (Siyah Kuğu)

Gönderen Konuşan Blog On 04:07 0 yorum

Black Swan’ın yönetmen koltuğunda Requiem For A Dream (Bir Rüya İçin Ağıt)’la başarılı çıkış yapan Darren Aronofsky var. Müziklerini Clint Mansell yapmış (oldukça güzel) ve dört ödül almış bulunmakta; En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu (Natalie Portman) ve En iyi sinamatografi.
Filmimiz psikolojik gerilim türünde. Nina (Natalie Portman) oldukça hırslı bir balerindir. Hem Beyaz hem de Siyah Kuğu rolünü kapabilmek için büyük bir hırs yapar ve bunu başarır da. Ancak rolünü ondan çalmak isteyen bir rakibi vardır…
İzlediğim en iyi filmler arasına girmiş bulunmakta. Nina’nın kabuslarıyla gerçeği karıştırdığı noktada ben de aynı hisleri yaşayarak, hayalle gerçeği karıştırdım. Bu açıdan Natalie çok başarılı bir oyunculuk sergilemişti ve filmi çekenler de o sahnelerde çok başarılıydı. Tam bir psikolojik savaş.. Bazı sahneler +18 kitlesi gerektiriyor bu arada :)))


Zebani (The Gargoyle)

Gönderen Konuşan Blog On 04:04 0 yorum

İtiraf etmeliyim ki, başta beni bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim. Çünkü ilk yüz sayfasında sıkılmıştım biraz. Ancak sonraki sayfalar… Zebani, Andrew Davidson’un ilk kitabı olmasına rağmen son derece başarılı bir bestseller. Ve tarafımdan “Korkunç Güzel!” diye nitelendirilmiştir. Bitirdiğimde yüreğim hafif hızlı çarpıyor ve “Aman Tanrım, Aman Tanrım..” diye söyleniyordum tekrar tekrar. Kesinlikle abartmıyorum sevgili okurlar..

The Vampire Diaries (Vampir Günlükleri)

Gönderen Konuşan Blog On 03:59 10 yorum

The Vampire Diaries (Vampir Günlükleri). Yine bir vampir fenomeni. Biz geçlerin diziyi tuttuğu aşikar. Dizide farklı mistisizmler de mevcut; cadılık, kurt-adam gibi… Belki de diziyi tek düze olmaktan kurtaran en önemli şeyler. Oyuncuların performansını da göz ardı etmemek lazım elbette; Nina Dobrev başarılı bir şekilde iki zıt karakteri canlandırıyor. Paul Wesley, Ian Somarhalder ve geri kalan, sıradan karakterlere hayat veren diğer oyuncular da öyle. Dizinin tutulmasını sağlayan bir diğer faktör de, düzenli bir heyecan, beklenmeyen olaylar silsilesi…
Vampir Günlükleri, vampir fenomenine yeni bir soluk getirmiş. Kısa sürede kitleyi kendine hayran bırakarak sezonların kısa sürede izlenmesini sağladı. Şimdi herkes 3. Sezon’u heyecanla beklemekte. Peki Vampir Günlükleri’nin 3. sezonu ne zaman? : Yeni sezon’un ‘Eylül’ de olacağı, duyumlar arasında.

King's Speech (Zoraki Kral)

Gönderen Konuşan Blog On 03:55 0 yorum

Gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanan film; Kralın Konuşması (King’s Speech). Filmin asıl adı budur. Tam 4 Oscar aldı; en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi senaryo ve en iyi film.
Şunu söylemem gerek; en iyi senaryo ödülü tamamen saçma. Senaryo zaten özgün değil, bir biyografiden uyarlama. Akademi bu ödülü vermekle yanlış yapmış.
Colin Firth (Kral) ödülü hak etmiş. Kekeme kralı başarılı bir oyunculuk performansıyla canlandırmıştı. Filmde Kral George’un babasını, Harry Potter’ın Albus Dumbledore’u olarak ün yapan Michael Gambon canlandırdı ve şaşıracağınız diğer Harry Potter oyuncuları da öyle… Helena Bonham Carter’ı da Bellatrix Lestrange rolüyle tanımıştık ve bu filmde de Kral George’un mütevazı eşini canlandırıyor. Son olarak, filmde çok sık görülmese de bir İngiliz Lordu olarak sonlara doğru çıkan Timothy Spall vardı. (Harry Potter’da Kılkuyruk/Peter Pettigrew rolünde)